Bu oyun, mahallelerin birbirlerine üstünlük sağlama amacından doğan, erkekler tarafından oynanan ve iyi nişan alma, cesaret gibi hususları ön plana çıkaran zor ve tehlikeli bir oyundu. Rivayete göre bu oyunun kökeni Hz. Davud dönemine dayanır. Yine bu rivayete göre Hz. Davud, kâfirlerden biriyle kavgaya tutuşur ve karşısındaki kâfiri sapan taşıyla alnından vurarak yere serer. Daha sonra bu mücadele oyuna dönüşerek günümüze kadar gelir. Taş dövüşü oyunu baharın gelmesiyle birlikte Mart, Nisan ayları gibi oynanmaya başlar. Ancak oyunun oynanabilmesi için öncelikle sapan denilen aletin yapılması gerekmektedir. Sapan, kol, haya (taşın konulduğu yer),kaytan (taş atıldığında silah gibi patlama sesi çıkaran kısım) ve parmaklıktan oluşmaktaydı. Sapan, ortasında taşın yerleştirileceği, ayakkabı yapımında kullanılan derinin avuç içinden biraz daha küçük olarak kesilmesi ile elde edilirdi. Yaklaşık 50–70cm uzunluğundaki üç tane ip, saç örgüsü biçiminde yılan sırtı denilen bir teknik ile örülür ve derinin karşılıklı iki kenarı delinerek ipler bu delikten geçirilip deriye bağlanırdı. İplerden birinin ucuna düğüm atılır, diğer ipin ucu yüzük şekli verilerek parmağa geçecek duruma getirilir ve böylece sapan hazırlanmış olurdu. Kolu uzun hayası ufak olan sapanlar, uzun mesafe atışlarında; kolu kısa hayası büyük olan sapanlar ise kısa mesafe atışlarında kullanılırdı. Kolu kısa olan sapanlarla, omuz taşı denilen büyük taşlar atılırdı. Atılacak olan ceviz büyüklüğündeki taş, derinin içerisine yerleştirilir ve sapan dairesel olarak çevrilerek hızlanması sağlanır. Dönen sapan hızını alınca, boşta kalan kısmı serbest bırakılır ve dairesel hareketin verdiği hızla taş istenen yöne doğru fırlatılmış olurdu. Sapanla taş atma hüneri olan kişiler, ip ile derinin birleştiği yere “kaytan” denilen küçük bir ipek bez bağlarlardı. Oyuncular, fırlatma sırasında bezin çıkardığı patlatma sesine benzeyen sesten büyük gurur duyarlardı. Kaytanın has ipekten olması gerekmekteydi. Aksi takdirde istenilen patlama sesi çıkmazdı. Taraflar bu yöntemle birbirlerine taş fırlatmaya devam ederlerdi. Rakiplerini attıkları taşlar ile geri çekilmeye ve pes ettirmeye uğraşırlardı. Çifteönü ile Caferbey mahalleleri arasındaki Mollaoğlu Tarlası, Şıh Tarlası, Gültepe, Çandır ve Tabaklar önü mahalleleri bu oyunun oynandığı meşhur yerlerdi. Taş dövüşü oyunu, daha ziyade Kayseri’nin eski mahallelerinden olan Hunat, Tabaklarönü, Atpazarı, Kürtler, Caferbey ve Çifteönü gibi mahalleleri arasında oynanırdı. İki mahalle, çocuklar aracılığı ile haberleşir ve taraflar anlaşılan saatte belirlenen boş alanda karşı karşıya gelirdi. Bu iki mahallenin oyun- cularının yanı sıra başka mahallelerden oyuncular da destekledikleri mahalleye yardım için gelirlerdi. Mesela Çifteönü Mahallesi ile Caferbey Mahallesi arasında Mollaoğlu tarlasında yapılacak müca- deleye Tabaklarönü, Söğütlüönü, Çandır ve Çorakçılar mahallelerinden de oyuncular katılırdı. Tabaklarönü ve Söğütlüönü mahallelerinin oyuncuları Caferbey Mahallesi’ne; Çandır ve Çorakçı mahallelerinden gelen oyuncular ise Çifteönü Mahallesi’ne yardım ederlerdi. Oyunun, futbol müsabakası gibi yoğun bir seyircisi olurdu. Oyun esnasında mahallelerden birinin oyuncuları zor durumda kalırlarsa o mahallenin 70 – 80 yaşındaki ihtiyarları bile oyuna katılır hatta oyuncular, seyircilere taş atarak onların da yardıma gelmesini isterlerdi. Oyuncular, yaralanmayı önleyebilmek kendilerine gelecek taşları etkisiz kılmak amacıyla, mevsime göre kış ise paltolarını, yaz ise ceketlerini ters giyerek, ceketin bir kolunu serbest bırakırlar ve taşı fırlattıktan sonra boşta duran ceketin diğer kolunu başlarına doğru kaldırarak bu giysilerini kalkan olarak kullanırlardı. Oyun esnasında rakipler birbirlerine yaklaştıkları zaman da karşısındakinin yara almaması için “dikkatli ol” diye bağırarak onu ikaz ederlerdi. Ancak buna rağmen yaralananlar, kolu bacağı kırılanlar, kafası yarılanlar hatta ölenler bile olurdu. Taş dövüşü sonunda yenen mahalle, ödül olarak yenilen mahallenin fırınlarını basarak yağma ederlerdi. Taş dövüşünde rakipler birbirlerine asla husumet beslemezlerdi. Taş dövüşü bittikten sonra kol kola girip gezerler, yaptıklarını birbirlerine anlatırlar ve bununla öğünürlerdi. Taş dövüşünde yaralananlar, anne babalarının korkularından eve gidemezler komşularının evine sığınıp orada tedavi olurlardı. Özellikle baş yaralanmaları yaranın, gaz yağı ile temizlenip ağızda çiğnenen ekmeğin yaraya sarılmasıyla tedavi edilirdi. Son zamanlarda kavgalarda, taşın yanı sıra kuşlastiği, sopa hatta silah ve bıçak kullanılması neticesinde ölenler olmuştur. Bu nedenle de çok tehlikeli olan ve yaralanmalara hatta ölümlere neden olan bu oyunun yasaklanması için vilayet makamınca 21Mart1940 tarihinde zabıta teşkilatına emir verilmiştir. Yakalanan çocukların velilerinin para cezasına çarptırılması kararlaştırılmıştır. Ancak bütün tedbir ve yasaklara rağmen bu oyun,1950’li yıllara kadar yaygın bir şekilde oynanmıştır.